Dün bir süpermarkette ekmek almak için sıra beklerken ilginç bir konuşmaya tanık oldum. Sıradaki kadın, görevliye migren ağrısından dert yanıyordu ve “Allah düşmanımın başına vermesin böyle ağrıyı” dedi. Görevli “Olur mu abla, düşmanının başına versin, ben düşmanıma beddua ederim” diyerek, düşmanına beddua etmenin doğru bir şey olduğuna dair kadını ısrarla ikna etmeye çalıştı. Bu küçük etkileşim, öfkenin başkalarına bakış açımızı nasıl çarpıtabileceğinin ve bizi zararlı sonuçlar doğuracak şekilde nasıl yönlendirebileceğinin bir mikrokozmosu.
Öfke, haksız muamele, hakaret, aşağılanma veya yolumuzdaki engeller tarafından tetiklenebilir. İş hayatında da ne kadar görmek istemesek de öfke karşı karşıya kaldığımız bir duygu. Gallup'un yaptığı bir araştırma, çalışanların %20'sinin yaşamlarının bir döneminde yöneticilerinin ölmesini dilediğini gösteriyor ve bu da işyerinde öfkenin ne kadar yaygın ve yoğun olabileceğini vurguluyor. Bir meslektaşımın bir keresinde, düşmanı olarak gördüğü yöneticisinden bahsederken öfkeyle "Onun ölmesini istiyorum." dediğini hatırlıyorum. Hissettiği duygunun şiddeti ile yöneticisini düşman olarak görüyordu.
Düşman kelimesi Farsça bir sözcük olan duşmanah’tan geliyor ve kötülük düşünen anlamına gelmekte. O halde, bir insanı düşman olarak görmemizi sağlayan, davranışın arkasındaki düşüncesi yani niyeti. Peki bir başkasının kötü niyetli olduğunu nasıl bilebiliyoruz? Niyet okumamız yani başkasının kafasından geçen düşünceleri bilebilmemiz mümkün olmadığına göre, varsayımda bulunuyoruz. Çoğu zaman da varsayım yaptığımızın farkında bile olmuyoruz ve onlara sarsılmaz gerçeklermiş gibi tutunuyoruz. Bu da öfke duygusunun şiddetini artırıyor ve sonradan pişman olacağımız davranışlarda bulunmamıza yol açıyor. Beddua ederek, öfkemizi karşımızdakine bağırıp, çağırarak, öfkemizi kusarak, kendimizi daha iyi hissedeceğimizi zannediyoruz. Ancak öfkesini kusarak rahatlama tezinin, çoğu durumda doğru olmadığını araştırmalar gösteriyor.
Peki, bunun yerine ne yapmalı?
Öfkeyi yönetmenin bir yolu, öfke dalgasını başlatan düşmanca düşünceleri yakalayıp bunlara alternatif düşünceler üretmektir. Örneğin; otoyolda sizi sıkıştıran sürücü hakkında, “Belki beni görmedi, belki de bu kadar dikkatsiz kullanması için iyi bir nedeni vardır, birini hastaneye yetiştiriyor olabilir” gibi alternatifleri olasılıkları düşünmek, öfkeyi acıma hisleriyle ya da en azından hoşgörüyle yumuşatarak, öfke oluşumunun önünü keser. Başka bir teknik de tetikleyicilerinizin daha fazla farkına varmanıza ve duygusal tepkilerinizin yoğunluğunu azaltmanıza yardımcı olabilecek, meditasyon gibi farkındalık uygulamalarını hayatınıza almaktır.
Daha sakin olduğumuzda, bizi öfkelendiren durumu tartışmaya daha hazırlıklı oluruz. Suçlamalardan kaçınarak "ben" dilini kullanarak kendimizi ifade etmek ve önyargılarımızın ve varsayımlarımızın farkında olarak, karşımızdakini anlamak için dinlemek çok önemlidir. Bu şekilde, öfkemizi yöneterek ve daha iyi iletişim kurarak, düşmanlığı azaltabilir ve daha olumlu etkileşimler kurabiliriz.
Süpermarketteki görevli bunu duysaydı “abla çok naifsiniz kötü insanlar var bu dünyada, düşmanlık bitmez” diyebilirdi. Ancak bu stratejileri benimseyerek, her seferinde düşmanlık döngüsünü kırmaya çaba sarfederek, daha şefkatli ve anlayışlı bir dünya yaratabileceğimize inanıyorum.
Comments